INTERAKTIF
- AÇIK
SINIF II
Sayfa 2
S i z i n . s a y f
a n i z . . .
OKURUMA
MEKTUPLAR - Nurullah ATAÇ'tan...
Almanya'dan
Mevlut ASAR'in, Nurullah ATAÇ'in YASAMAK
ve YALNIZLIK ile ELESTIRME
denemeleri üzerine, AÇIK SINIF II ile
paylasmak üzere ilettigi ve geçen hafta yayinladigimiz
iki yazisini takiben bu hafta da, ELESTIRME üzerine
yazisini, INTERAKTIF - 2 sayfamizdan yayinliyoruz. AÇIK
SINIF II'ye gosterdigi ilgi ve katkisindan dolayi Mevlut
ASAR'a çok tesekkür ediyoruz.
Nurullah
ATAÇ'in OKURUMA MEKTUPLAR kitabinda yer alan
denemelerinde en vazgeçilemeyen, en çok
sevilen, en ozlenilen ve ozenilenin de "siir
sevmek" kadar "siir yazmak" ve "sair
olmak" oldugu, kitabinda yayinlanan tüm
mektuplarinin her zerresinde ortaya çikiyor.
ATAÇ'in, bir "sair" olarak, kendisinin
yaratici eserler veremeyecegine karar vermesi sonucu,
"sanat"i da, yasaminin kendisi yaparak,
"yarina" ve "gelecek kusaklara"
ulasmak arzu ve umudunu bagladigi, OKURUMA MEKTUPLAR
kitabindan; Yazar'imizin, ayni zamanda, yasaminin
iki nirengi noktasi da olan, "Siir Sevmek"
ile"Elestirme" yazilarini, AÇIK
SINIF II'de; Besinci Hafta'da sizin için
seçtik.
SIIR SEVMEK ve ELESTIRME üzerine gorüslerinizi
içeren yazilarinizi, 7 Nisan Persembe aksamina
kadar, aciksinif@lightmillennium.org e-adresine,
INTERAKTIF sayfamizda yayinlanmak üzere, iletmenizi
rica ediyoruz. (3 Nisan 2005)
* * * * *
Yasamak
üzerine, yeryüzünde soyleyecek bir
sozü olmayan bir kimsenin bulunacagini düsünmüyoruz!
Bunu derken bile "hiç"ligin bilinçlice
kurgulandigi ya da Oblomov'culugun, 'parmagi kipirdatma'nin
bile çok agir bir is sayildigi benzeri uç
noktalarda dolasanlar ya da buna benzer çesitli
felsefeler, hayatin farkli boyutarinda izlenmektedir.
Onlarin da, kendince dayandiklari hakli bir noktasi
vardir elbet...
Ister en uç noktalarda dolasanlardan olun,
ister bir "yasama sanati" ustasi, ister
yasami oldugu ve geldigi gibi kabul edip sevin,
ister doganin gücü ve bizlerin geçiciligi
karsisinda dehsete düsün ve yasamin hangi
salincaklarindaysaniz ya da yasamin hangi salincaklari
size yasamin güzelliklerini animsatiyorsa;
yine Nurullah ATAÇ'in bu kez asagidaki YASAMAK
adli yazisindan yola çikarak, sizin 'yasam-yasamak'
üzerine tanim ve düsündüklerinizi
kendi süzgecinizden yazmaya ve yine INTERAKTIF
sayfamizda yayinlamaya ve de küresel olarak
paylasmaya davet ediyoruz... (27 Mart 2005) Katilimlariniz
için> aciksinif@lightmillennium.org
--INTERAKTIF
- Sayfa 1>>>
-- ETKINLIK - 18 Nisan
2005
|
"Eleştirmecinin
ne olduğunu da gene şairlere, yaratıcılara
sorup onlardan öğrenin, gerçeği
ancak onların gözü görür.''
Ata ç'ın sarkastikt tavrını yansıtmasına
rağmen bu tümcelerde ''günah çıkarma'' ya da ''pişmanlık''
havası yok
mu sizce?"
ELEŞTİRMECİNİN DEĞİŞMEYEN
YAZGISI
Ah
zavallı Ataç, ne çok kırılımış
ve yıkılmış o çokbilmişlerin,
yardakçıların dilinden ki, " Eleştirmeci
insan mıdır?'' diye sormak zorunda kalmış.
Eleştiri kültürünün gelişmediği,
geliştirilmediği,
eleştirinin ''yergi' olarak anlaşıldığı
bir toplumda insanın başına neler geliyor
neler! Bugün sanki durum farklı mı? Ermeni
kıyımına ilişkin ettiği sözlerden
dolayı, Orhan Pamuk'un başına gelmeyen
kaldı mı?
Özeleştiri
ve eleştiri olmadan bir ülkede sanatın,
edebiyatın, felsefenin gelişmesi mümkün
mü? Gelenekçi, tutucu, hiyeraşik ve totaliter toplumlarda eleştiri,
''yuvayı kirletmek'', kurulu ''ideal düzen''i,
ona ''meşruiiyet'' kazandıran ''düşünce
sistemi'ni sorgulamak olarak algılanır. Eleştirmen
bir 'yuva kirletici' hatta bir ''hain'' olarak
damgalanır. Ondan sonra ver yansın!
N. Ataç'a yaptıkları gibi insanı
anasından doğduğuna pişman eder, günah
çıkarmaya zorlarlar. ''Bir
vakitler ben de ötekinin berikinin lakırdısına
uymus, eleştirinin de bir sanat oldugunu soylemiştim.
Gülüyorum şimdi. Ne yaparsınız?
Gençtim, toydum... Eleştirmecinin ne olduğunu
da gene şairlere, yaratıcılara sorup onlardan
öğrenin, gerçeği ancak onların
gözü görür.''Ata>ç'ın
sarkastikt tavrını yansıtmasına rağmen
bu tümcelerde ''günah çıkarma'' ya da ''pişmanlık''
havası yok
mu sizce?
Sanat
ve edebiyatta ''putlar'a ve 'tabular'a yer yoktur. Fazıl Hüsnü
Dağlarca'nın şiirleri de eleştirmecinin
süzgecinden geçebilir. Bilgili, yetkin, eleştiri
ahlakını ve kültürünü içselleştirmiş
eleştirmeciler sanatın önünü
tıkamaz, aksine açar. Bunu sanatcıyı
yargılayarak, ona saldırak değil, onun
yapıtlarını sorgulayarak, çözümleyerek,
diğer yapıtlarla karşılaştırarak,
bizim göremediğimiz yönlerini gün
ışığına çıkararak
yapar. Tabii ki onlar birer ''yasa koyucu''
ya da ''değişmez yasalar''ın uygulayıcıları
değildirler ve olamazlar. Onların ''yargı''ları,
sanatcı/yazar ve okuyucu için ''bağlayıcı''
değildir. Son kararı verecek yine bizzat onların
kendileridir. Eleştiricinin gücü, sanatcının
yaratma ve okuyucunun seçme özgürlüğünün
başladığı yerde biter. Bu açıdan
bakıldığında Ataç, ''Eleştirmecilerin
bir faydası olmaz demiyorum, olmasına olur ya
geçicidir." demekte pek
de haksız sayılmaz.
Mevlüt
Asar
(Duisburg, Almanya)
* * * * *
Subject:
AÇIK SINIF II - Yalizlik ve Yasamak üzerine
notlar
From: MevlutAsar@aol.com
Date: Mon, March 28, 2005 7:51 pm
To: aciksinif@lightmillennium.org
Yaşamak
''Yaşamak...
Gerçek olan tek zenginliğimiz bizim, sevince,
acıya, sevgiye de ancak onunla eriyoruz, onu yitirmedikçe
umuda, her türlü umutlara hakkımız
var demektir. Hiç olmazsa hayaller kurarız...''
N. Ataç
Ataç'ın söylediği gibi gerçekten
her insan için yaşam/yaşamak bir zenginlik
midir? Kanımca, genel geçerli bir ''yaşam''
tanımlaması yapmak ' ve ''yaşama dair reçete''
sunmak pek de kolay değil. Yaşamı bir "zenginlik"
olarak görmeyen, algılayamayan o kadar çok
insan var ki
çevremizde. Edebiyata düşkün ve
kendisi de yazan bir bayan tanıdık, bir keresinde
''kişi günlük sıradan işlerin
dışında ruhunun karanlık noktalarında
yaşar. Acılar, hüzünler sevgiyi bulup
da yaşayamamaktır...'' gibi bir saptama yaparak
beni şaşırtmıştı. Yaşamı
günlük/sıradan ve sıradışı
olarak ikiye bölmek doğru olur mu? Yaşam
bir bütün değil midir? Günlük'ün
dışındaki yaşam neden ruhumuzun ''karanlık'
noktaları'' nda sürmek zorunda? O karanlıkları
yaratan biz değil miyiz? Neden bir mum yakip o karanlıkları
aydınlatmayalım? Yoksa karanlıkta oturmamızı
isteyenlere teslim olmuyor muyuz? Acıların,
hüzünlerin sevgiyi bulmamızı, sevgiyi
yaşamamızı engellemesine niçin izin
verelim? Şairin deyimiyle ''Acıyı bal eylemek'',
sevgiyle sağaltmak dururken!
Acıyı bal eylemenin bir yolu da 'güzel'
i sevip tanımaktan yani sanattan, sanata sarılmaktan
geçiyor. Evet, genellikle sanatçı ''yalnız''
insandır. Ama bu bir ''misyon'' değil, yapılan
işin yani sanatın dayattığı bir
durumdur. Gerçek (büyük) sanatçılar
çağıyla, toplumuyla ters düşer,
anlaşılmaz, horlanır, taşlanır,
hapsedilir hatta öldürülür. Kimi sanatçılar
karamsardır. Ama onun karamsarlığının
ardında geleceğe, iyiye güzele olan bir
umut gizlidir. Yoksa sanat yapmasının bir anlamı
yoktur. Santçı hüzünlüdür,
ama hüznü tek gerçeklik ve mutluluğun
anahtarı olarak yüceltmez. O bir anlamda - itiraf
etmese de - ''mutluluğun resmini'' yapmaya, mutluluğun
şiirini, öyküsünü, romanını
yazmaya çalışır...
Bunu gerçekleştiremeyeceğini anlayan
kimi sanatçılar yaşamdan beklentilerini,
yaşama yükledikleri anlamları aşağılara
çeker, daraltır, inceltir ve yukarıda
sözünü ettiğim tanıdık bayan
gibi ''Hiç olmazsa tek başımıza
boynumuzu eğmeden, onurla yaşayalım, kimselere
zarar vermeden sağlıkla, sağduyu ile''
demek zorunda kalır. Işte yaşamın
gerçek dramı, insanın güçsüzlüğünü,
ölümlülüğünü anladığı
ve önünde sonunda hepimizin vardığı
bu anda yatar.
-- Mevlüt ÂSAR
Almanya
* * * * *
Yalnızlık
''Dört yanımız yalnızlıkla
çevrilmiş... Zavallı insanoğlu,
ne yaparsan yap, kurtulamazsın o yalnızlıktan,
onun duvarlarını delip de başkalarına
ulaşamazsın.'' N.
ATAÇ
Ataç'ın birinci tümcesi sanki bizim için,
yani ülkesinden, doğduğu toraklardan ayrı
düşen, başka coğrafyalarda kök
salan insanlar için söylenmiş. Çünkü
onlar, ülkesini, dilini, kültürünü
terk etmemiş insanlara göre ayrılıkların
ve yalnızlıkların daha farklı türlerini
tanırlar/bilirler. Özellikle bizim gibi, dünyanın
Batı Yakası'na göç edenler yalnızlığı
daha yoğun yaşarlar. Çünkü
Batı kültürü ve endüstri toplumu,
insani kendisi için sorumlu olmaya, kendini "kurtarmaya"
yani "bencilliğe" yönlendirirken,
kendine ve diğer insanlara yabancılaştırıyor.
Biz, Doğu veya Akdeniz toplumlarından gelen
"göçmenlar", 'Batılılar'ı
soğuk ve bireyci buluyor, onların arasında/yanında
mutlu olamıyoruz. Çünkü biz, yüzeysel
ya da biçimsel, içi sevgiden, duygudan boşaltılmış
insani ilişkileri sevmiyoruz. Sıcak, dürüst,
özverili, spontan, neşeli, güler yüzlü
insan ilişkilerine alışkınız.
Bunun olmadığı yerlerde mutsuz oluyor,
kendimizi daha çok yalnız hissediyoruz.
Halbuki geldigimiz ülkelerde yaşadığımız
saf ve çıkara dayalı olmayan arkadaşlık,
dostluk ilişkileri yalnız bizi değil, oralara
giden 'Batılılar'ı da büyülüyor.
Biz de Batı'da çok belirgin ve yoğun
bir biçimde tattığımız "yalnızlığa",
ilaç gibi gelen, sıcak insan iliskilerini
tatillerde gittiğimiz ülkemizde yeniden yaşayınca
çok mutlu oluyoruz.
Aslında "yalnızlık", tüm
insanlar için geçerliği olan ve yaşamın
çözülmesi zor çelişkilerden
biri değil midir? Zaten, "kollektif kimlik"
ten kurtulabilen, kendine özgü bir kişilik/kimlik
kazanmış, insanların, her toplumda "yalnız"
kaldıkları bilinen ve üzerine öyküler,
romanlar yazılan, flimler yapılan bir gerçek.
Aslında yalnızlıktan kaçış,
bir çeşit kendimizden kaçış
değil mi? Neden kendimizden kaçıyoruz?
Belki de kendimizin derinliklerine inmekten, kendimizi
keşfetmekten, kendimize yetememekten korkuyoruz.
Bu korkuyu yenebildiğimiz ölçüde,
kadın yada erkek bireyler/insanlar olarak her yerde
her zaman yalnızlıktan kurtulabiliriz, sanıyorum.
O halde sorunun çözümü bu "yalnızlığa''
alışmaktan, "yalnız"lığın
insanı olgunlaştıran, geliştiren;
onun kendini tanıma ve ifade etme/ yaratma sürecine
katkıda bulnan ''bir durum'' olduğunu kavramak
ve kabullenmekten geçiyor. Yalnızlığı
kabullenmek ve kavramak içine kapanmak, "inzivaya"
çekilmek, yaşamdan elini ayağını
çekmek anlamına da gelmiyor. Yalnızlığa
katlanabildiğimiz, kendi kendimize yetebildiğimiz,
bireyleşebildiğimiz oranda başkalarına
bağımlı olmaktan kurtuluyoruz. Diğer
insanları karşılık beklemeden, daha
yoğun, daha içten sevebiliyoruz. Her yerde
her ortamda özgür ilişkiler, dostluklar
kurabiliyor; onlar birgün bitince ya da yitirilince
daha az mutsuz oluyor, ayrılıklara da daha kolay
katlanabiliriyoruz.
-- Mevlüt ÂSAR
Almanya
_ . _
TÜRKÇE
karakterle yayin için bir açiklama:
--
Mevlut ASAR da, Nurullah ATAÇ kadar "oz"
kadar "biçim"e de ozen gosterdigini yansitti
bize. Zira ilk once e-postayla gonderdigi yazisini yayinlamak
istegimizi ilettigimizde, Türkçe karakterlerle
yazilmis olarak yeniden gonderdi. Bu nedenle, bir deneme
olarak, (Macintosh bilgisayarda ve Dreamweaver programinda),
küçük karelere donüsen Türkçe
harfleri, bu kez oldugu gibi birakarak yayinliyoruz. Okunamamasi
halinde bize iletirseniz, simdiye degin oldugu gibi yine
Türkçe karakterleri, Ingilizce'ye donustürürüz
ya da hayal gücünüzü kullanarak okumaniz
gerekebilir!
-- ELESTIRI ve SIIR
SEVMEK denemelerinin alt kisminda yer alan açiklamaya
referans olarak, Türkçe karakterlerle ilgili
devam eden tartismalar ve sorunlarla ilgili çozüm,
bizim güç ve olanaklarimizi asmakla birlikte,
ancak Türkiye, bu konuda bir karar aldiginda ve o
karar da yaptirimci oldugu olçüde, bu sorun
uluslararasi boyutta çozülecek ve yeni nesil,
ozellikle ilkokuldan itibaren Internet'le hasir-nesir
olarak yetisen kusak ile yurtdisinda büyüyenlerin,
Türkçe'yi yanlis ogrenmesi ve kullanmasi da
onlenecektir. Bu konuya, resmi ve üst düzeyde
kokten bir çozüm kisa sürede getirilmediginde
ise çok geç kalinmis olabilir!!!
--
ISIK BINYILI'nin
yayina devamini moral ve enerji anlaminda çok zorlastiran
temel konulardan biri oldu Türkçe karakterlerin
"uluslararasi klavye" ile "HTML" programlarina
dahil edilmemis olmasi. Zira Türkçe karakterlerle
e-yayin yaptigimizda, OKUNAMADIGIYLA ilgili araliksiz
elestiriler aldik. Türkçe karakterlerin Ingilizce'ye
donüstürülerek yayininda da (ki, bu
tam bir deli
postekisi istir...),
bu kez hiç bitmeyen Türkçe'ye zarar
verme elestirilerine maruz kaldik. Zaten tümüyle
ozveriyle ve güç kosullarda yapmakta oldugumuz
e-yayinlarda, bu durum bizi bir açmaza sürükledi.
Halihazirda, küresel olarak Türkçe okuyan
ve yayinlarimizla ilgili olanlarin tümünü
memmun edecek bir çozüm de üretemedik!!!
Sozün oz'ü: Türkiye, resmi ve ticari
boyutta, Türkçe harfleri, uluslararasi klavyeye
ve ozellikle teknoloji çaginda, Web Yayinciligi/Yeni
Medya'nin dili olan tüm HTML programlarina dahil
edilmesini saglamakla yükümlüdür.
Bu sorunun çozümü, birey ya da kuruluslari
tek basina çok asan bir boyutta oldugu asikardir.
Ancak dogrudan siyasi ve ekonomik alinacak ortak karar
ve uygulamalarin yaptirimiyla, bu konuda ulusararasi boyutta
bir sonuç elde etmek mümkün olabilir.
--
AÇIK SINIF - Tanitim
-- Nurullah ATAÇ'in
ozgeçmisi
-- Okuruma Mektuplar'in
GIRIS'i
--ETKINLIK - 18 Nisan 2005
--INTERAKTIF I
|