Vahşi
doğada ilk uluslararası çalışma
yayınlandı
Süha
DERBENT: Yüz Yüze
Türkiye’nin
ilk ve tek vahşi yaşam fotoğrafçısı
Süha Derbent, hergün birçok belgesel
kanalında severek ve ilgiyle izlediğimiz soyu
tükenmekte olan vahşi hayvanların yaşamlarını
görüntüledi ve onları bir foto-albümde
topladı.
Uzun
yıllardır dünyanın bir çok
farklı ülkesinde yaptığı çalışmaların
yer aldığı bu foto-albüm
İş Bankası Kültür Yayınları
tarafından yayınlandı. “Yüz
Yüze” adını alan kitap aslında,
vahşi kedilerin yaşamını gözler
önüne sererken, aynı zamanda diğer
vahşi hayvanların yaşamlarına dair
görüntü, bilgi ve çekim aşamasında
Derbent’in yaşadıklarını da
içeriyor.
Dünyada
çok az sayıda fotoğrafçının
yaptığı bu çalışmaya
bir Türk olarak imza atan Derbent bu kitabı
ile Türkiye’nin
ve Türklerin de böyle çalışmaları
dünya çapında gerçekleştirebilecek
durumda olduğunu gösterdi.
“Yüz
Yuze”, genç neslin, bu hayvanların
tükenmesine ve yaşamalarının dünya
açısından önemine karşı
dikkatlerini çekmeyi amaçlıyor. Kitaptaki
tüm bilgiler, bu bakış açısıyla
ve yediden yetmişe herkesin ilgisini çekebilecek
sürükleyici bir dille kaleme alındı.
Kızım
Deniz Derbent (küçük kedi) için...
Sunuş
Vahşi
doğada hayvan portrereleri çekmek için,
onlarla yüz yüze gelebilmek gerekiyor. Bu, benim
için zorlu bir uğraş oldu. Çünkü
onların hayatını izlemeye başlayınca
kendimle de yüz yüze geldim. Bir anlamda yüzleştim
aslında. Bu kitaba bakmanın ve okumanın
da böyle bir anlamı olsun diye düşündüm.
Herkesin doğa, hayvanlar ve kendisi ile yüzleşmesini
istedim. Çünkü son 24 saat içinde,
herbiri evrimin 4 milyar yıllık ortak ürünü
olan türlerin
içinden 3 canlı türünün soyu
tükendi.
Evet ne yazık ki bu durum,
her gün insanlar işe giderken, çalışırken,
eğlenirken ve gece evlerinde huzurla uyurken başımıza gelen bir katliamdan
başka birşey değil!
Evet,
biz bunu başarmak için çok çalıştık.
Burada amaç ise genellikle daha yüksek yaşam
standartı sağlamak, daha fazla tüketim
yapmak, daha çok yerleşim alanı edinmek
gibi somut lüks
tüketim ihtiyaçlarından ibaret. Bugün
net olarak, biyolojik üretimin yüzde 40’ını
biz kullanıyor ve harcıyoruz.. ABD, Kanada,
İngiltere ve diğer gelişmiş ülkelerde
yaşayanların nüfusu, toplam dünya
nüfusunun yüzde 23’ü kadar, ancak
bu nüfus, yeryüzünde yaşamı
destekleyen kaynakların yüzde 80-90’ını
kullanıyor.
İnsanoğlu sadece ihtiyaçları
için doğal kaynakları tüketmekle
kalmıyor tabii ki. Bazen de bu tüketişin
yerini; çeşitli kazalar, yok edilmesi gereken
atıklar, belki ormanlık alanlara dikkatsizce
atılan bir kibrit ya da sigara izmariti veya sıklıkla
ticari nedenlerle, bazen de sadece zevk için
çekilen tetik alıyor. Ve tabii ki sona doğru
yaklaşıyoruz...
Önümüzdeki
yüzyıl içinde günde 30 türün
tükeneceği tahmin ediliyor. Ve buna bağlı
olarak da yine önümüzdeki yüzyıl
dünyadaki türlerin yarısı tükenmiş
olacak.
Hal
böyleyken, “Hayvanları sever misiniz?”
diye sorulduğunda çoğumuz buna olumlu
yanıt veriyoruz Ve ben, herkes hayvanları sevdiğine
göre dünyada silah ve uyuşturucudan sonra
en büyük kara paranın, illegal hayvan
ticaretinde nasıl döndüğünü
hep merak ediyorum. Kimlerin kurutulmuş
kaplan penisi için binlerce dolar verdiğini,
vücudunda afrodizyak madde bulundurduğu için
bir gergedanın, tek bacağını vurarak
kaçamaz hale getirilerek,
o halde kimlerin boynuzunu kestiğini de
merak ediyorum. Çünkü son 200 yıl
içinde dünya memelilerinden 60 tür
tükendi. Öte
yandan bizim durumumuza bakarsak; 1950’lerden
bu yana insan nüfusu 2.5 milyardan – 5.7
milyara çıktı. Önümüzdeki
50 yılda ise bu sayının katlanması
bekleniyor.
Ve yine ben, yedi yıl
önce başladığım vahşi
doğa fotoğrafçılığı
sırasında, tüm yaşamını
hayvanlara adamış insanlarla da karşılaştım.
Bazen sadece bir aslanın yaşamını
kolaylaştırmak için, tüm yaşamlarını
ona adayıp hiç bir popülaritesi, ödülü
ve hatta maddi karşılığı olmadan
bu işi yapan insanları gördüm. Bir
kaplana aşık olduğu için ülkesini
terk edip ormanda yaşayan insanlar da tanıdım.
Ve son yıllarda bu tür örneklere giderek
daha sık tanık oluyorum. Yani artık böyle
bir yaşam biçimi bir çok insana şehirdeki
yaşamdan daha anlamlı ve onurlu geliyor.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde
ilk fotosafari yaptığım güne kadar
ben de bir çok hayvanseverden farklı değildim.
Hayvanları sevdiğimi biliyordum ancak onların
tükenişlerini izlemek zorunda kalıyordum.
Ama bu fotosafariler sonrası hayvanseverlik kavramı benim için de farklı
bir hal almaya başladı. Doğaya hiçbir
zararları olmayan, ihtiyaçlarından
fazlasını tüketmeyen o eşsiz canlılarla
karşılaşmak onlara duyduğum sevgiyi
ve hayranlığı giderek artırdı.
Özellikle de çocukluğumdan bu yana
hayran olduğum kediler benim için kaçınılmaz
ilgi odağı oldu.. Sonuçta artık
ben fotoğraf çekmek için seyahat
eden bir fotoğrafçı olmak yerine biraz
da orada olmak ve gördüklerimi dünya
ile paylaşmak için fotoğraf çeker
hale geldim. Çünkü orada, onların
yakınında bulunduğum süre içinde,
hayvanlara yakın olabilmenin verdiği ayrıcalık
duygusunun da dışında onlardan çok
şey öğrendim. Onlara imrendim, hayran
oldum ve saygı duydum. Gereksinimlerinden daha
fazla yaşam alanı istemediklerini, aç
olmadıkça diğerlerine karşı
saldırgan olmadıklarını, rol yapmadıklarını
ve bulundukları ortama zarar vermeyip bu dengeyi
koruduklarını gözledim. Onlardan, sabırlı
olmayı öğrendim. Bazen bir hayvanı
ararken her gün, her an yeniden ümit edebilmeyi
öğrendim. İz sürerken onları
bulamadığım uzun günler boyunca
günde kaç kez hayal kırıklığını
kaldırabileceğimi, bana onlar öğretti.
Davranış biçimleri ile ilgili yapılan
araştırmaları okuyup bunu doğadaki
deneyimlerimle birleştirerek; izlerken, akıl
yürütmeyi, tahminde bulunmayı ve muhakeme
yapmayı öğrendim. Afrika’da, “iyi
bir iz sürücü hayvanın kendisi olur
ve onu bulur” derler. Bu bilgileri hislerimle
birleştirdiğim zamanlar iyi bir iz sürücü
olabildim ve hayvanları görebildim. Tüm
bunları yaşarken düşündüğüm
ve herkesin düşünmesini istediğim
şey şuydu. Vahşi hayvanlar doğanın
bizden daha az parçası değiller ve
doğa üzerinde yaşam biçimleri
itibariyle bizden daha fazla hakka sahipler. Her ne
amaçla olursa olsun onların yaşam haklarına
verdiğimiz en küçük zarar, bize
katlanarak geri dönüyor. Bizler artık
2000’li yıllara başlamışken
neleri geri dönmemek üzere yitirdiğimizi
gözden geçirmeli ve buna göre tavrımızı
belirlemeliyiz. Unutmayalım ki; çocuklarımıza,
sadece resimlerini gösterebildiğimiz hayvanların
sayısı giderek artıyor. Yani birgün
doğa o kadar tükenecek ki, hayvanları
resimde gösterebileceğimiz gün, artık
bizim de yaşamımız zorlaşacak. Hatta
o gün bizde olmayacağız...
Ve
Yüzyüze
Yedi
yıla yayılan çalışmamın
ürünü olan bu kitap iki bölümden
oluşuyor. Büyük kedilere olan sevgi ve
hayranlığım tüm çalışmamı
biçimlendirdi. Gittiğim her yerde öncelikle
onlar üzerinde çalıştım.Yaşayan
7 büyük kedi türü arasından
benim fotografladığım büyük
kediler; başta Bengal Kaplanı olmak üzere
Aslan, Leopar ve Çita oldu.
Kitabın
ilk bölümünü büyük kediler
oluşturuyor. Bu bölümde yer alan kaplan,
çita, leopar ve aslan, kedigiller (Felidae) ailesinden.
İsimlerinin yanında yer alan latince adların
birincisi cinslerini, ikincisi ise türlerini belirtiyor.
Bu satırın altında “Nesli tehlikede”
ibaresini gördüğünüz hayvanlar
ise CITES’in
veya IUCN’in nesli tehdit altındaki türlere
ilişkin oluşturduğu kırmızı
listede adı geçen hayvanlar. Her iki kurum
da tehlikenin büyüklüğü ve
korunma öncelikleri ile doğru orantılı
olarak bu hayvanları belli kategorilerde listeliyor.
Ben de hangi kategoride olursa olsun görüntülediğim
hayvanlar arasında bu listelerde adı geçenleri
belirttim. Çünkü istatistiklere göre;
genellikle bu listeye giren hayvanların durumu
hiç de önceki yıllardan daha iyiye
gitmedi ve listeden çıkmaları mümkün
olmadı bu güne kadar. Ayrıca kitapta
yer alan tüm hayvanların yaşam sürelerini’de
belirttim.
Büyük
kedileri ararken, onları bulmak için, ilişkileri
bulunan yani onlarla aynı doğada yaşayan
diğer hayvanları da tanımak ve bilmek
bir zorunluluk. Tüm seyahatlerimde bu nedenle büyük
kediler dışında da bir çok hayvanı
görüntüledim.Ve onları da kitabın
ikinci bölümünde bulacaksınız.
Vahşi
doğada fotoğraf çekmek belki ilk bakışta
riskleri ve zor koşulları da olmasına
rağmen çekici ve cazip bir uğraş
olarak görünebilir. Bu pek yanlış da sayılmaz. Çünkü doğayı
ve hayvanları seven biri için her türlü
fiziksel yorgunluk doğada yaşanılanların yanında hafif kalabilir. Uzun, çok
uzun ve bitmeyecekmiş gibi gelen yolculuklar, yollarda
geçirilen her türlü kaza, yakalanılan
yüksek ateşli tropik hastalıklar, doktor
ve ilaç bulunamayışı, bazen yiyebilecek
yemek bulamamak gibi buna benzer/benzemez sorunların
üstesinden geliniyor gerçekten de. Ama benim
için asıl sorunlar çok farklıydı
her defasında. Bu, dışarıdan fark
edilmeyen sorunları çözebilmek hiç
kolay değildi. Bu belki de işin en zor tarafıydı.
Ama tek başıma değildim. Evet, bu kitapta
benim adım yazıyor ama en az benim kadar emeği
olan birisi daha var. Daha yola bile çıkmadan
“acaba kaplanı bulabilecekmiyim”le
başlayan stresli ve uykusuz gecelerimde uyumayıp
benimle sabahlayan, gittiğim yer dünyanın
hangi köşesi olursa olsun mutlaka her gün
bir yolunu bulup beni telefonla arayıp bana moral
veren ve aradığım büyük kediyi
bulabileceğime beni inandıran, seyahat sırasında
karşılaştığım her türlü
teknik aksaklığı benim hala anlayamadığım
bir beceri ile oturduğu yerden sadece telefon ederek
gideren ve hepsinden önemlisi
maddi getirisi olmayan bu işi sürdürmemdeki
inadıma destek veren sevgilim Füsun Saka bu
çalışmanın yapılmasında
ve kitabın
oluşmasında ciddi pay sahibi. Bu nedenle kitabı
okurken ve fotoğraflara bakarken çektiğim
her karede onunda emeği olduğunu herkes bilsin
istiyorum. Çünkü o, yıllardır
yaptığım bu çalışmanın
moral ve yaşam sponsorudur aslında...