Insan ve Etik
Prof. Hamit SERBEST

"Gecmisten adam hisse kaparmis... Ne masal sey !
Bes bin senelik kissa yarim hisse mi verdi?
"Tarih"i tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hic ibret alinsaydi, tekerrür mü ederdi?"
Mehmet Akif ERSOY


"Ronesansla birlikte, Avrupa'da 'insan' yeniden tartismalarin merkezi oldu. Ronesans'in getirdigi yeni ilkeler isiginda düsünürler insan iliskilerini ve yonetim sorunlarini birlikte ele aldilar. Bu konuda Machiavelli'nin calismalari etik kuramlar ile siyasal yasam arasindaki aykiriligi en carpici bicimde ortaya koydu."



"Ronesansla birlikte, Avrupa'da 'insan' yeniden tartismalarin merkezi oldu. Ronesans'in getirdigi yeni ilkeler isiginda düsünürler insan iliskilerini ve yonetim sorunlarini birlikte ele aldilar. Bu konuda Machiavelli'nin calismalari etik kuramlar ile siyasal yasam arasindaki aykiriligi en carpici bicimde ortaya koydu."


Muhendislik egitimi almis bir kisi olarak etik konusunda konusma yapmam istendiginde dogal olarak ilk aklima gelen muhendislikte etik uzerine konusmak oldu. Bu genellikle tip icin kullanilmakta olan deontolojinin, yani gorev etiginin kapsamina giriyordu. Ancak, bunun yerine etik hakkinda ogrendiklerimi ve bu konuda toplumumuza yonelik dusuncelerimi sizinle paylasmamin daha ilginc olacagini dusundum.

Illustrator: M.K. Perker


Bildiginiz gibi, etik, insanlar arasindaki iliskilerin temelinde yer alan degerleri inceler. Yani, ahlaki bakimdan iyi ya da kotu veya dogru ya da yanlis olanin niteligini ve temellerini arastirir. Yunancada tore, gorenek, aliskanlik anlamina gelen ethos sozcugunden turetilmistir. Ahlak ise insanlarin toplum icindeki davranislarini ve birbirleriyle iliskilerini duzenlemek amaciyla basvurulan kurallarin butunudur. Insanlarin toplumdaki diger bireylere karsi gorevleri ahlak kurallari ile tanimlidir. Bu kurallar  bireylere, once "yetisme" surecinde aileleri araciligiyla daha sonra da cevre tarafindan verilir. Ahlakin temel dayanagi, bireylerde gelistirilen ve "kotu" davranisina karsi onda uyandirilan "utanma" duygusudur. Kiside utanma duygusu kalmayinca neler olabilecegini gunluk yasantinizi goz onune getirerek degerlendirebilirsiniz. Boyle kisilerin toplumda istisna olmadiklari da ne yazik ki gunumuzun aci bir gercegidir.

Tarihsel gelisimine baktigimizda ahlakin yer yer dinlere bagli olarak ortaya ciktigini ve her dinin belirli bir yasam bicimi ongoren bir ahlak anlayisi barindirdigini goruyoruz.  Ancak, ahlak kurallarinin insanlarin bir arada yasamaya basladigi ilk gunlerden bu yana var oldugunu soylemek yanlis olmayacaktir. Hatta, ilk ailenin ortaya cikmasindan yani birden fazla insanin bir arada yasamaya baslamasindan  sonra demek daha dogru olur kanisindayim.

Diger taraftan, ahlak kurallarinin dinsel kurallardan farkliligi da vardir; ahlak, insanlarin birbirleri ile iliskilerini sadece karsilikli sorumluluk anlayisiyla duzenlerken dinler bu iliskileri "kutsal' sayilan ve inanc konusu olan dogaotesi guclerin yaptirimina baglar. Ahlaka aykiri bir davranis "ayip" olarak nitelenir ve bunu o davranisa muhatap olan kisi ve toplum yargilar. Halbuki dine aykiri bir davranis ise "gunah" olarak nitelenir ve cezasini da varligina inanilan O dogaustu guc verir. Bu konuda Omer Hayyam elestirel bir dille gunah kavrami konusundaki dusuncelerini cok guzel anlatmistir:

Hayyam, gunahim var diye tasalanma
Bunun icin dertlere dusmek bosuna
Gunah olacak ki Tanri bagislasin
Rahmet neye yarar gunah olmayinca


Diger taraftan,  yine din adina ceza ve mukafat olarak insanlara sunulanlar hakkindaki tepkisel goruslerini de baska bir dortlukte anlatmistir:

Beni ozene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacagimi da yazmissin onceden
Demek gunah isleten de sensin bana
Oyleyse nedir o cennet cehennem?


Her toplulukta  ahlaki anlayisin ayni oldugu veya bu anlayisin zaman icinde degismedigi soylenebilir mi? Tarihsel gelisimine bakildiginda, ahlak kurallarinin toplumdan topluma ve ayni toplum icinde de cagdan caga degisiklik gosterdigi gozlenmistir. Diger bir deyisle, neyin gercekten dogru oldugunu, yalnizca bireyin ya da toplumun onu dogru saymasi belirler. Buna gore,  degisen ve hatta birbirleriyle celisen ahlak ilkeleri ayni olcude dogru olabilir. Herhangi bir ilkenin butun insanlar ve toplumlar icin gecerli oldugunu soylemek mumkun degildir. Ancak, ahlaki inanc ve uygulamalarda kulturler arasi farkliliklara ragmen, cinayet, yakin akrabayla cinsel iliski, yalancilik ve haksiz alisveris gibi  yasaklanmis bazi  "evrensel" etik degerler vardir.


Simdi, etik degerlerin degisimini kronolojik sirada kisaca ozetlemek istiyorum. Felsefeciler, etigin, ilk kez eski Yunan donemindeki filozoflarin dusuncelerinde goruldugunu ve  Sokrates oncesi filozoflarin da goruslerinin temelinde buyuk olcude etik kaygilar oldugunu  kabul ederler. Etige sorgulayici yaklasmi sokan Sokrates,  bunu "Sorgulanmamis hayat yasamaya degmez" cumlesiyle ozetlemis ve  insanlara nasil yasamalari gerektigini anlatan bir recete vermek yerine, her insanin kendi yaptiklarini sorgulamasinionermistir.


Sokrates'in ogrencisi Platon'a gore sorun, iyi olan her seyin parcasi durumundaki genel iyilik idealini kavrayabilmekti. Iyiye ulasmanin yolu da herkesin kendi uzerine duseni yapmasiydi. Platon'a gore bu, adaletin tanimiydi ve ruhun uc ogesi olan akil, duygu ve istek arasinda uyum kurabilmekle mutluluga ulasilabilirdi.


Platon'un ogrencisi Aristoteles'e gore ise insan ancak aklini kullanarak mutlu olabilirdi. Cunku, butun canlilarin her an aciga vurmadiklari belirli gucleri vardi ve bu guclerini sonuna kadar gelistirmek her birinin dogasi geregiydi. Her varligin ancak kendine ozgu bu etkinligi gelistirerek mutlu olabilecegini dusunuyordu, ve insani diger canlilardan farkli kilan gucu de en ust duzeyde akil kullanma yetenegi idi.


Yunan ve Roma dusunusune gore, insan eylemlerini belirleyen seyin icten gelen  mutluluk oldugu kabul ediliyordu. Hristiyanligin dogmasi ile birlikte ortaya cikan yeni olcutler, Roma ahlakinda onemli degisikliklere yol acti. Hiristiyan etigi, dogru eylemde bulunmanin temeline disaridan,  yani Tanri katindan  bir yaptirim koydu.


Ortacag Avrupasinda da, Hiristiyanligin etkisiyle, mutlulugun ancak olumden sonra ruhun Tanri'yla birlesmesiyle gerceklesebilecegi dusunuluyordu. Hiristiyanlar icin manevi haz obur dunyada ruhani varolus anlamina geliyordu; bedensel haz ise manevi mutlulugun onunde bir engeldi. Hiristiyanliktaki manastir yasantisini baslatan seyin bu dusunce oldugunu saniyorum. Ayrica,  her insanda dogru ve yanlisi ayirma yeteneginin dogal olarak bulundugu,  ancak bilgi ve etigin yetersizliginin  yanlis kararlara yol acabilecegi dusunuluyordu.  Bu dusunce,  bilgin gecinenlere Tanri adina hareket etme yetkisini veriyordu.  Bilgisiz insanlarin mutlulugu icin, bilginlerin onlara yaptirimda bulunmalarina  gerekce olusturuyordu.


Ronesansla birlikte, Avrupa'da 'insan' yeniden tartismalarin merkezi oldu. Ronesans'in getirdigi yeni ilkeler isiginda dusunurler insan iliskilerini ve yonetim sorunlarini birlikte ele aldilar.  Bu konuda  Machiavelli'nin  calismalari etik kuramlar ile siyasal yasam arasindaki aykiriligi  en carpici bicimde ortaya koydu.  Hukumdarlarin amaclarina ulasabilmek ve guclerini yitirmemek icin basvurmalari gereken yollari isleyen Machiavelli'nin  o donem icin onerdiklerini bugun bile hala uygulamaya calisan siyasetciler oldugunu gormek sasirtici degil ama uzucu!


Kanimca Ronesans'in Avrupa'ya yaptigi en buyuk katki bir ozgurluk ortami yaratmasi olmustur. Ozgurlesen insan zihninin  urunleri ise  Avrupa'da cesitli felsefe geleneklerinin dogmasinin yolunu  acmisti. Bu ortamda gelisen bir  etik kurama gore, butun insan eylemleri mutluluk ya da korunma amacina yonelikti. Bu modelin adalet ve ahlak anlayisinin temelinde kendi cikarini kollayan bireyler vardi,  dolayisiyla da "herkesin herkese karsi savasi" soz konusu idi. Bu savas, ahlak yoluyla degil, oncelikle akila basvurarak durdurulabilirdi:

Herkesin herkese saldirma hakkindan vazgectigi bir 'toplumsal sozlesme' yapilmaliydi. Ama o zaman da sozlesmenin hukumlerini yururluge koyacak bir guc olmaliydi. Demek ki insanlar kendi guclerini, koyduklari kurallarin bozulmamasini saglayacak birinin ya da bir grubun yani devletin hizmetine vermek zorundaydi.

Devlet kavramina insanlarin yabanci olmadiklari ve birlikte yasamaya basladiklarindan bu yana hep bir sekilde ortak bir duzen icinde olduklarini  biliyoruz. Insanlik tarihinde yazili kurallari olan ilk devlet Mezopotamya'da kurulmus olan Sumer devletidir. Bagimsiz devletler toplulugundan olusan ilk imparatorluk da yine Mezopotamya'da gorulmustur. Ancak, bunlar ve tarihin daha sonraki donemlerinde yasayan devletlerin veya imparatorluklarin ortak bir yani vardi; bunlarda vatandaslik anlayisina ve insan iradesine yer yoktu. Ornegin, tarihte en buyuk askeri basarilari  kazanmis olan Buyuk Iskender de tarihin ilk dunya devletini kurmak icin kucuk devletleri birlestirmeye calisirken kullandigi yontem  fetih idi. Bu yontemin tarihte bir cok lider tarafindan kullanildigini biliyoruz. Dogrusu merak ediyorum, bu gune kadar insanlik adina kurulan bu imparatorluklar, yapilan fetihler gercekte insanlara ne kazandirdi?  Bu davranislarin temelindeki durtu acaba kisisel hirslar miydi, yoksa gercekten akilci bir iyilik arayisi miydi?


Felsefecilere gore insan davranislarinda  akil ile duygu arasinda ortaya cikan uyusmazlik temelde ahlak ile kisisel cikari bagdastirma sorunundan kaynaklaniyordu. Bu konudaki cozum arayislari  18. yuzyilda insanin bir arac degil amac olarak alinmasini sagladi ve bunun ancak yeni bir toplum biciminde cozulebilecegi  gorusu dogdu. Aralarinda Karl Marx'in  da bulundugu  genc felsefeciler "yeni toplum" dusuncesine sahip cikarak  bu dusunceyi gelistirdiler. Marx, etik sorunlarla dogrudan ilgilenmedigini goruyoruz; ama, maddeci tarih anlayisi icinde yaptigi calismalarda vardigi sonuc soyleydi: Ancak ozel mulkiyetin kalkmasiyla insan dogasi degisebilir, boylece birey ile toplumun uyumu saglanarak etigin baslica sorunu cozulebilirdi.


Basit bir felsefi kuram gibi gorunen ve insanligin mutlulugunu amaclayan bu dusuncenin 20. yuzyila damgasini vurdugunu ve milyonlarca insani mutsuz ettigini benim kusagimin insanlari ibretle izledi. Kanimca, o modelin en onemli eksikligi insanlari bir makinanin parcalari gibi kabul etmesiydi.


19. yuzyil sonlarinda  etik alaninda Yahudi-Hiristiyan gelenegini temel hedef secen Nietzcshe"Tanri oldu " sozuyle ozetledigi dusunceleriyle  yeni bir "ustun insan " ulkusu yaratmaya calismis.  Ustun insan sadece kendi esitlerine karsi sorumluydu ve var olan degerlerin disina cikarak yeni degerler yaratabilecek  kisi idi. Boylece, bir dahi oldugu kabul edilen Nietzcshe, kendisinden once kurulmus butun sistemleri sorgulayabilecek ve gerektiginde onlari yikarak yeni degerleri  yaratabilecek kisilerin ozgurce calisabilmesi icin gerekli ortami hazirlamis oluyordu.


Bu kronolojik ozetin isiginda diyebiliriz ki, Eski Yunan'dan bu yana, etik "Nasil yasamaliyiz?" sorusuna yanit aramaktadir. Aslinda insanoglu daha felsefeyi bilmeden, yani sistematik dusunce yapisini gelistirmeden once, yasam hakkindaki ilk sorusunu sormus ve bu soru insanligin ilk epik eseri olan Gilgamis destaninda yer almis: "Sonsuza kadar yasayabilir miyiz?"


Bu mumkun olamayacagina gore, Sumerler en iyi ikinci seyi onermisler ve  insanlarin hayatta kendilerini hatirlatacak seyler yapmasi gerektigini soylemisler. Dunyanin her kosesindeki anit mezarlar, Misir'daki piramitler, camiler, yollar, kopruler ve kesiflerin hep bu dusuncenin
eseri olduguna inaniyorum. Bu gorusun dogru veya yanlis oldugu tartisilabilir ama bugun bile bunu yasam anlayisi olarak kabul eden cok insan vardir.

20. yuzyilda pespese yasanan iki dunya savasi ile dunyanin degisik yorelerinde yasanan savaslarin bir cok seyde oldugu gibi etik  kavramlarda da degisikliklere neden oldugunu dusunuyorum.  Ozellikle, her anlamda "esitlik" konusunun on plana ciktigini ve etik kaygilarin basinda irk, cinsiyet  ayrimi, toplumsal siniflar ve ulkeler arasindaki ayrim gibi konularin artik islenmeye basladigini biliyoruz. Bir bakima insanlik adina olumlu gelismeler oldugu dusunulebilirse de ne yazik ki bu gun yasanan olaylarla gecmiste yasananlari kiyasladigimizda gercekte pek bir seyin degistigini soylemek mumkun degil. Insanlar hala birbirini oldurmeye devam ediyor, savaslar bir turlu bitmek bilmiyor. Belki tek degisen sey savaslarin artik insanlik adina yapiliyor olmasindan ibaret; Korfez savasinda  bu gerekceyle ordularini seferber eden ulkeler her nedense Bosna-Hersek'teki ve Yugoslavya'nin diger bolgelerindeki katliamlara uzun sure seyirci kalmislardir.  Insanlik tarihi icinde pek fazla bir sey degismedigini Mehmet Akif Ersoy "Kissadan Hisse" isimli siirinde cok guzel anlatmistir:

Geçmisten adam hisse kaparmis...
Ne masal sey!
Bes bin senelik kissa yarim hisse mi verdi?
"Tarih"i tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alinsaydi, tekerrür mü ederdi?


Insanlarin maddiyata duskunlugunde de hicbir degisme  olmadigi kanaatindeyim. Bu nedenle, tarihin her doneminde  devlet malini yagma, talan ile rusvet ve  kacakciligin her turu yasanmistir ve hala da yasanmaya devam etmektedir. Dunyada ulus kimligi olmayan tek devlet olan Isvicre'nin tum ekonomisinin kara paraya dayali oldugu bilinmesine ragmen bu ulkenin ordu kurmaya bile gerek duymaksizin varligini surdurebilmesinin insanlik adina utanc verici oldugunu dusunuyorum. Dunyadaki bu hirsizlik duzenini Sair Esref cok guzel hicvetmistir:

Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah icin,
Gelmesin reddeylerim billahi oz kardesimi.
Gozlerim ebna-yi ademden o rutbe yildi kim,
Istemem ben fatiha, tek calmasinlar tasimi.


Insanlarin iki yuzlulugune ise akil erdirmekte cok zorlandigimi itiraf etmeliyim. Cocuklar icin hep guzel seyler vaad ederiz ama geri kalmis ulkelerde cocuklarin ac kalmasinin veya karnini doyurmak icin fahiselige suruklenmesinin sonu gelmez. Fuhus ahlaka aykiridir ama dunyada seks turizmi bir ticari sektor haline gelmistir. Tek amac bol para kazanmaktir, bunun ne sekilde kazanildigi onemsenmemektedir.

Yazili ve gorsel basinda neredeyse acikca bu yasanti ozendirilir ve sefahat icinde yasayanlar topluma ornek gosterilir. Bir cok insan, topluma karsi herhangi bir sorumluluk hissetmeden, once ben ve sadece ben diyerek yasantilarini surdurmekte ama konusurken de bu konularda kimseye firsat tanimamaktadirlar. 

Riza Tevfik Bolukbasi'nin bu hususu anlatan,  "Dilek" adini verdigi  guzel bir dortlugu vardir:

Dilerim ki fani dunyada kimse
Omrunu mihnetle telef etmesin
Fakat kamil adam olmak isterse
Elem cektigine esef etmesin


Son olarak, etik konusunda ulkemizin, insanimizin neler yaptigina bakarak neler yapilabilecegini irdelemek istiyorum.


Turk toplumu olarak yaklasik 12 asirdir islam dinini kabul etmis oldugumuza ve tarihte Islamin bayraktarligini yaptigimiza gore dusunce yapimizin Islamdan etkilenmis olmasini olagan kabul ediyorum. Ancak, bu durumun toplumumuza odettigi faturanin bedeli oldukca agir olmus.


Bilindigi gibi,  Islam felsefesi  9. yuzyilda ilkcag felsefe yapitlarinin Arapcaya cevrilmesinden sonra
gelismeye baslamis ve varlik, varolus, oz gibi temel felsefi konulari incelemis. Ilk donemlerde, Islam felsefecileri arasinda Aristoteles'in doga felsefesine karsi cikanlar oldugu gibi  peygamberligi inkar edenler bile olmus. Ancak, bu bagimsiz felsefi yaklasimlar 11. yuzyildan itibaren zayiflamaya ve yerini kelam ve tasavvufa birakmaya baslamis. 12. yuzyildan itibaren de Musluman filozoflarin tek ugrasisi akil ve vahyi bagdastirmaya calismaktan ibaret olmus.


Gunumuzde ise Islam felsefesinin nerelere geldigini soylemeye bile gerek yok; cunku, gunumuzdeki din cigirtkanlari sayesinde degil felsefe yapmak basit bir tartisma bile yapmak mumkun degil. "Islam bir din degil, yasam bicimidir", soylemiyle her seyi Islamla ilgilendirmeye ve tartismasiz kabul ettirmeye calismaktadirlar.

Halbuki, biliyoruz ki,  felsefe,  varligi ve onun anlamini elestirel bir yaklasimla arastiran ve vardigi sonuclari sistemli bir bicimde ortaya koyan dusunsel etkinlik olarak tanimlanmistir. Felsefi goruslerin ortaya ciktigi yerin ve tarihsel donemin sorunlari ile iliskili oldugu gibi onu ileri suren filozofun kisiliginden de etkilendigi ve bu goruslerin ancak olagandisi bazi ozgur zihinler tarafindan uretilebildigi dusunulmektedir.

Gerek yuzyillardir uyguladigimiz egitim sistemimize gerekse toplumumuzun ahlak kurallarina baktigimizda dusunce ozgurlugu ile ilgili bir sey gormek mumkun degildir. Cocuklarimizi ayip sozuyle buyuturuz, okullarda
soru sormalarini yasaklariz. Aldiklari bilgiyi tipki agiza alinan lokmanin cignenmeden yutulmasi gibi yutmalarini isteriz . Egitim sistemimizin ogrenme surecinde sorgulama mekanizmasi tanimli degildir. Bu sekilde yetistirdigimiz insanlarin yetki ve sorumluluk sahibi yetiskinler haline geldiklerinde dusunce uretmelerini nasil bekleyebiliriz! Hele bir de dini inanclarin yarattigi baski da goz onune alinacak olursa! Devletimiz insanimiza innovasyon aliskanligini kazandirabilmek icin yogun bir caba icinde gorunuyor. Cunku, yillik patent basvuru sayisi Japonyada yuz binlerle ifade edilirken ulkemizde bu sadece birkac yuzden ibaret. Demek ki insanimiz dusunemiyor ve uretemiyor.


Felsefe sozcugunun icinde sevgi vardir;  Yunancada sevgi anlamindaki philia ve bilgelik anlamindaki sophia sozcuklerinin bilesiminden olusur. Yani, felsefenin 'sevginin bilgeligi' anlamina geldigi soylenebilir. Felsefenin temelinde sevgi vardir, insan sevgisi; tipki Banu Cingoz isimli bir gencin 1986 yilinda Ortaokul ogrencisi iken yazdigi, "Dostluk" isimli siirinde soyledigi gibi:

Kavgayi agacin bir yapragina yazmak isterdim,
Sonbahar gelsin yaprak kurusun diye

Ofkeyi bir bulutun uzerine yazmak isterdim,
Yagmur yagsin, bulut yok olsun diye

Nefreti karlarin uzerine yazmak isterdim,
Gunes acsin, karlar erisin diye

Dostlugu ve sevgiyi
Yeni dogmus bebeklerin yuregine yazmak isterdim,
Onlarla buyusun dunyayi sarsin diye.

Sonbahar - 2001 sayimiz; "Unutulan Insan "a ithaf edilmistir.

Bu sayidan itibaren
"
INSAN"i her boyuttaki deger ve varolusuyla animsatmaya yonelik
dusunsel ve gorsel urunlerinizi, ISIK BINYILI'nda yayinlamaya davet ediyoruz.
KIS-2002 - Ikinci Yildonumu sayisina katilim icin son gonderme tarihi: 10 Ocak 2002
ISIK BINYILI e-dergi; The Light Millennium, Inc., semsiyesi altinda "kamu yararina yayincilik"
yapmak uzere 17 Temmuz 2001 tarihinde, New York Valiligi'nin onayi ile ve
New York merkezli olmak
uzere,
ticari amac tasimayan bir kurum statusu kazanmistir.

HOME PAGE

TÜRKÇE
Içindekiler

@ The Light Millennium e-magazine was created and designed by Bircan ÜNVER. 7th issue. Sonbahar 2001, New York.
URL: http://www.lightmillennium.org