Saygin
Bir Meslek: Ogretim Uyeligi
Prof.Dr.
A. Hamit SERBEST
"Egitim-ögretim
ve arastirma çalismalarimizda maddi kaynak gerektiren ihtiyaçlarimiz için çevremizdeki
kisi ve kuruluslarin destegi ile bir seyler yapmaya
çalisiyoruz. Ancak, bu yardim
ve destek isteme durumu süreklilik göstermeye
basladigi anda dostlarimizi kaybetme tehlikesi ile
karsi karsiya kaliriz. Insanlar bizimle bir arada
bulunmamaya çalisirlar, aradigimizda telefona
çikmazlar veya yolda karsilastigimizda görmezlikten
gelirler."
Dünyanin
bir çok ülkesinde oldugu gibi Türkiye'de
de ögretim üyeligi
saygin bir meslek olarak kabul edilir. Hiç
tanimadigimiz bir kisi bile konusurken, ögretim
üyesi oldugumuzu ögrendiginde tavrini degistirmekte,
daha saygili davranmakta ve "hocam" diye
hitap etmektedir. Hatta, dost ve aile meclislerinde
dahi bu davranis biçimine ve hitap tarzina
muhatap oldugumuzu söyleyebilirim. Ancak, meslegimin
tüm sayginligina ragmen, biz ögretim üyelerine
toplumumuzun ne gözle baktigini tam olarak bilemiyorum.
Bence, "saygini kabul ettigim bir meslegi öncelikle
kendi çocuklarima ve yakin çevremdeki
gençlere önermem gerekir diye düsünüyorum.
Ayrica, merak ediyorum; biz ögretim üyelerine
görünüste bu denli saygili davranan
insanlardan acaba kaç tanesi çocuguna
ögretim üyesi olmasini öneriyordur.
Diger taraftan, devletimizin bu meslek grubunu nasil
tanimladigi ise Yüksek Ögretim Kanunu'nun
ilgili maddelerinde belirtilmistir. Buna göre,
bizler, egitim-ögretim yaptirmak, bilimsel arastirmalar
yapmak ve sonuçlarini yayimlamakla yükümlü
kisiler olarak tanimlanmisizdir. Takdir edersiniz
ki; bizlerin bu görevleri
ne ölçüde iyi yapabilecegimiz,
kendi gayret ve yeteneklerimize bagli oldugu kadar
bize sunulan olanaklara da
baglidir. Ülkemiz insaninin "üniversitelesme"
oranini artirabilmek için, neredeyse her ile
bir üniversite açildigindan; artik, saglanan
olanaklar ile üniversitelerimizin ihtiyaçlari karsilanamaz hale gelmistir. Bu nedenle,
biz ögretim üyeleri kendimizi bir yol ayriminda bulmus durumdayiz; ya devletin sagladigi
olanaklarla yetinecegiz, ya da "her seyi
devletten beklememek gerekir" diyerek çare
arayacagiz.
Bir ögretim üyesinin, "olanaklarin yetersizligini"
kaderinin bir parçasi olarak kabul etmesi mümkün degildir; çünkü,
böyle davrandigi takdirde varlik nedeni ortadan kalkacaktir. O nedenle,
hemen hemen hepimiz ikinci yolu seçmis durumdayiz.
Egitim-ögretim ve arastirma çalismalarimizda maddi kaynak gerektiren ihtiyaçlarimiz için çevremizdeki
kisi ve kuruluslarin destegi ile bir seyler yapmaya
çalisiyoruz. Ancak, bu yardim
ve destek isteme durumu süreklilik göstermeye
basladigi anda dostlarimizi kaybetme tehlikesi ile karsi
karsiya kaliriz. Insanlar bizimle bir arada bulunmamaya
çalisirlar, aradigimizda telefona çikmazlar
veya yolda karsilastigimizda görmezlikten gelirler.
Bu durum, bizler açisindan onur kirici oldugu
kadar, toplumumuzun üniversite ile iliskisi bakimindan
da sagliksiz bir zemin yaratmaktadir. Bu nedenle, üniversite
ile isbirligi söz konusu oldugunda, toplumumuz
her zaman bunu "üniversiteye yardim etmek"
olarak degerlendirmektedir. Saniyorum, çevrenin
katkisinin bir hizmet karsiligi istenmesi her iki taraf
için de en uygun çözüm olacaktir.
Bir ögretim üyesinin
sunabilecegi hizmet,
ancak kendi uzmanlik
alani ile ilgili olabilir. Özellikle, mühendislik
disiplinlerini ilgilendiren konularda ülkemizdeki
üniversitelerin henüz yeterince hizmet sunabildigini
söylemek ne yazik ki mümkün degildir.
Bu durumu sanayicimiz
"ögretim üyelerinin sirça
köskte yasadigi" seklinde ifade etmektedir.
Bu görüste haklilik payi olmakla birlikte,
gerçekler
tabii ki bundan ibaret degildir. Bizler, içinde
bulundugumuz toplumdan
kopuk yasamak üzere egitilmis ve yetistirilmis insanlar degiliz. Ayrica, her seyi bilen
veya bilmekle yükümlü olan kisiler de
degiliz. Sadece herkesin
bilmesine gerek olmayan seyleri bilen kisiler oldugumuz söylenebilir. Eger, birikimimiz toplumun
belirli ihtiyaçlarini karsilayabilecek ise yaptiklarimizi
zevkle insanlarin hizmetine sunariz.
Simdi toplum ile ögretim üyeleri arasindaki
bu iliski yumagi içinde sayginin yerine tekrar
bakacak olursak ne söylenebilir? Acaba, toplumumuzun
biz ögretim üyelerine gösterdigi saygi
hikayedeki papagan saticisinin tavrindan farkli midir?
Bilinen bir fikradir ama düsüncelerimi anlatabilmek
için burada tekrar etmeyi yararli buluyorum.
Papagan satilan dükkana giren kisi, çesit
çesit papaganlar
hakkinda bilgi almaya baslar. Satici tek tek açiklamaktadir;
bir dil bilir fiyati 10 milyon, iki dil bilir
fiyati 50 milyon gibi, ve papaganlarin görünüsü
ne kadar güzel, marifetleri ne kadar fazla ise
fiyatlari da o kadar yüksek olmaktadir. Rengarenk
tüyleri olan, genç, civil civil, hayat dolu
papaganlar arasinda kösede tüyleri dökülmüs,
yasli bir papagani gören alici, sadece meraktan,
fiyatini sorar. Satici bu yagli ve halsiz papagan için
500 milyon isteyince, adam büyük bir saskinlikla
fiyatinin bu kadar yüksek olmasina neden olacak
ne gibi marifetleri oldugunu ögrenmek ister. Satici
da marifetlerinin ne oldugunu inanin ben de bilmiyorum
ama burada gördügünüz papaganlarin
hepsi ona "hocam" diyor cevabini verir.
Toplumumuzun biz ögretim üyelerine gösterdigi
saygiyi sükranla karsiliyorum; ancak, aramizdaki
iliski bununla sinirli kalmamalidir. Mühendislik
disiplinleri açisindan, bu sözümün
anlami, sanayicimizin bizleri bir meslek insani olarak
da tanimaya çalismasi gerektigidir. Biz ögretim
üyelerinin, artik toplumdan gördügümüz
"saygi" ile yetinmek istemedigimizi
sanayicilerimizin görmesini ve bizleri bilgimizle, yeteneklerimizle de tanimalarini istiyoruz. Böylece,
ülkemizin ekonomik yönden gelisebilmesi için
siddetle ihtiyaç duydugumuz "üniversite-sanayi
isbirligi" için de olumlu bir adim atmis
oluruz.
Prof.
Dr.A.Hamit SERBEST
Çukurova Üniversitesi
Mühendislik-Mimarlik
Fakültesi Dekani
Balcali, Adana
E-posta: serbest@e-mail.cu.edu.tr
|